Merhaba dostlar. Yeni yıl haftasında olduğumuz için dertleri cevaplamaya kısa bir ara verelim dedik. Malum herkesin içinde yeni yıl heyecanı var. Ve bu heyecan varken eğlenceli şeyler okumak, açıkçası daha iyi hissettiriyor. Bu esnada sizlerden gelen soruları almaya devam ediyoruz. Yeni yıla girdikten sonra bu soruları geliş sırası ile cevaplamaya kaldığımız yerden devam edeceğiz. Fakat şimdi, uzun zamandır yapmadığımız bir şeyi yapalım ve izleyip de çok etkilendiğimiz dizileri sizlerle paylaşalım diyoruz. Hazırsanız hemen başlayalım.
1. The Man İn The High Castle
Efendim zaman zaman yaşadığımız evrenden başka alternatif evrenlerin olup olmadığı kafamıza takılır. Bu konu henüz bilim insanlarının bir teorisi halinde ve ispatlanması günümüz şartlarında pek de mümkün değil gibi görünüyor. Ama bazen aklımızda alternatif evrenlerin varlığı, oralarda kendi eş benliklerimizin kim bilir ne durumda olduğu gibi ilginç konular gelmiyor değil.
Şimdi bir alternatif evren düşünün ki, 2. Dünya Savaşı burada bizim bildiğimiz şekilde sonuçlanmamış olsun. Savaşın taraflarından Nazilerin de dahil olduğu Mihver devletler, Müttefik devletlere karşı ezici bir üstünlük sağlayıp, savaşı kazanmışlar. Ve tabii tüm dünya korkunç bir Nazi istilası altında.
Naziler, Avrupa'nın tümüne, Afrika kıtasının tamamına hakimler. Yetmezmiş gibi bir de Okyanus ötesine geçip, Amerika'yı ele geçirmişler. Amerika'nın Atlantik kıyılarında Büyük Nazi İmparatorluğu kurulmuş. Amerika'nın Pasifik Eyaletleri ise, savaşta Nazilerin müttefiki olan Japonlar tarafından yönetiliyor. Bu doğu ve batı eyaletlerinin arasında da tarafsız bölge var. Tarafsız ama bu sadece isim olarak böyle. Burada da aslında Naziler insanlara kök söktürmeye devam ediyorlar.
Nazilerin hüküm sürdüğü her yerde, Adolf Hitler'in korkunç ve insanlık dışı politikaları uygulanıyor. İnsanlar sırf dininden, milletinden, etnik kökeninden, cinsel tercihlerinden ötürü acımasızca öldürülüyorlar. Hatta kafatası ölçüleri alınarak, üstün ırk olarak nitelendirilen "Aryan" ırkından olmadıkları için gaddarca katlediliyorlar. Bu katledilenlerin arasında masum çocuklar bile var.
Bu evrende sokaklar her daim bir kan gölüne çevriliyor. Nazi askerleri veya Japonlar, insanları sudan bahanelerle öldürüyorlar. İnsanlarda bir korku hakim. Hatta ağır hastalığı olan ve iyileşme umudu olmayan kimseler, zayıf ve güçsüz oldukları, devlete ekstra yük oldukları için öldürülüyorlar. Nasıl? Yeterince korkunç değil mi? İşte böyle bir ortamda gizemli, kim tarafından kaydedildiği bilinmeyen filmler ortaya çıkıyor. Bu filmler, olası diğer bir gerçekliği anlatıyor. Yani 2. Dünya Savaşını bizim bildiğimiz sonucuyla aktaran, Nazilerin yenildiği bir gerçekliği insanlara aktaran filmler.
Hitler bu filmlerin toplanmasını ve kendisine getirilmesini istiyor. Ve tabii filmleri özellikle koruyan, toplayan ve bunlardan anlamlar çıkaran, buna göre olacakları ön gören bir de karakterimiz var ki, bu da filmde "The Man İn The High Castle" adıyla anılıyor. Hitler özellikle bu adamın bulunmasını talep ediyor. Fakat bu gizemli adama ulaşmak bu kadar da kolay değil tabii. Filmlere ulaşan ve izleyen direnişçiler ise, bu işte bir tuhaflık olabileceğini fark ederek, savaşın olası sonuçlarının aslında daha farklı olabileceğini düşünmeye başlıyorlar. Ve sonrasında gizemi çözebilmek için bazı yöntemlere başvuruyorlar. Mükemmel bir kurguya sahip olan bu dizi, 3. sezon finalini yaptı. Şimdilerde dizinin 4. sezonunu merakla beklemekteyiz. Israrla tavsiye diyorum, izleyin. Pişman olmayacaksınız.
2. Vikings
Vikingler, tarih sayfalarında oldukça ünlü olan bir halk. Kuzeyin güçlü, akıllı ve bir o kadar da savaşçı ruha sahip olan bu halkını, daha yakından tanımak isterseniz, Vikings dizisini izlemenizi öneririm. Vikinglerin tarihteki önemli bir kahramanı ve kralı olan Ragnar Lothbrok'un ve ailesinin çevresinde şekillenen bu dizi, tarihi olayların sıralamasına ve gerçekliğine riayet edilerek başarıyla hazırlanmış. Zaten dizinin yapımcısı olan kanal, History Channel. Ben dizinin başarısını, biraz da bu kanalın uzmanlık alanının tarih olmasına bağlıyorum.
Dizide, yapılan savaşları ve Vikinglerin yaşanmışlığını tüm gerçekliği ile yansıtmayı başarmışlar. Kahramanların özellikleri, giyimleri, yaşam biçimleri, adetleri, hatta yolculukları esnasında kullandıkları gemileri dahi, tarih sayfalarında Vikingleri bildiğimiz biçimde yansıtılmış. Dizide kahramanımız Ragnar Lothbrok'un hedefi, Vikingleri Kuzey denizi sınırlarından Avrupa'nın merkezine taşımak. Ragnar Lothbrok karakterinin yanında, tarihte Fransa'nın Normandiya bölgesinde Viking hakimiyeti kurmasıyla tanınan Ragnar'ın kardeşi Rollo da dizinin en önemli karakterleri arasında yer alıyor. Ama bana sorarsanız, Viking'lerin büyük okyanuslarda seyahat etmelerini sağlayan dayanıklı gemilerini inşa eden gemi ustası Floki karakteri, hepsinden çok daha eğlenceli birisi. Vikings dizisini, tarih kurgularını seven herkesin muhakkak izlemesi gerek diye düşünüyorum. Sezon sayısını merak edenlere hemen söyleyeyim, Vikings 5 sezonu bitirdi ve şu anda 6. sezonu yayınlanmaya devam ediyor.
3. The 100
Hani hep diyoruz ya, insanların bu hırsı, bencilliği, doğayı çevreyi katledişleri bir gün dünyanın sonunu getirecek diye işte 100 dizisi de insanların hırsları ve aralarında çıkan savaşlar yüzünden yaşanmaz hale gelmiş olan bir dünyayı konu alıyor. Efendim, dizide nükleer bir savaş yüzünden içerisinde insan yaşamının devam etmesinin mümkün olmadığı bir dünya var. Bu durumda bir grup insan, çareyi uzay istasyonunda yaşamakta bulmuş. Sınırlı sayıda insanların dünyadan götürüldüğü uzay istasyonunda oldukça katı kurallar hüküm sürüyor. Örneğin fazla sayıda çocuk dünyaya getirmek yasak! Çünkü uzay istasyonunun kapasitesi belli. Eğer ufacık bir hata dahi işlense, yöneticilerin buna tahammülü yok. Hata yapanlar kendilerini açılan bir kapaktan atılarak, uzay boşluğunda buluyorlar. Ancak yöneticiler de bu işin böyle yürümeyeceğini farkında. Bu yüzden dünyaya geri dönmenin yollarını aramak gerekiyor.
Nükleer savaşın üzerinden tam 100 yıl geçmiş. Bu süre zarfında dünyadaki radyasyonun artık temizlenmiş olabileceği ve yeniden insan yaşamının dünyada devam edebileceğine olan bir umut var. İşte uzay istasyonunda doğup büyümüş olan 100 genç, uzay istasyonunun yönetimi tarafından dünyaya gönderiliyor. Fakat bu gençler, uzay istasyonunda sorun çıkaran, suç işlemiş olan, kurallara baş kaldıran kimseler. Yani zaten gözden çıkarılmış olan ve bundan sonraki ufacık bir hatalarında affedilmeyecek olan gençler, yönetim tarafından dünyayı keşfe yollanıyor. Onların bu gönderilişi aslında bir bakıma zorunlu gönüllülük. Yönetim onların uzay istasyonunda kalmaları halinde tekrar sorun çıkaracağından emin. Böyle bir şey yaşanması halinde idam edilmeleri kaçınılmaz olacak. Dünyaya gönderilmek, onlar için belki bir kurtuluş çaresi olabilir diye düşünülmekte.
Bu gençler dünyaya indikten sonra asıl olaylar başlıyor. Dünya radyasyondan temizlenmiş mi acaba? Ya da onları bekleyen başka birileri var mıdır dünyada dersiniz? İşte bu soruların cevaplarını öğrenmek için sizi bu diziyi izlemeye davet ediyorum. Hundred uzun soluklu bir dizi. 5 sezonu tamamladı. Şu anda 6. sezonu bekliyoruz. Yeni sezon büyük bir ihtimalle Nisan ayında başlar diye umut ediyoruz.
BONUS
Dert Anası sizler için her dizi içeriği yayınladığında, devam eden dizilerin dışında bir de bitmiş bir diziyi tavsiye edecek. Bunu daha önceki dizi içeriğimizde yapmış, sizlere Fringe'i önermiştik. Hani olur da "Ben bekleyemem öyle her hafta dizi yayınlansın, yeni sezonu başlasın da izleyelim durumlarını sevmiyorum" diyenler, şimdi tavsiye edeceğim 7 sezonluk bu mükemmel diziyi izleyebilir. Dizi final yapalı çok uzun bir zaman oldu ama hala izleyenleri çok fazla.
Efendim dizimizin adı The Mentalist. Bu dizinin baş karakteri olan Patrick Jane inanılmaz zeki, akıllı bir kahraman. İnsanların dış görünümlerindeki ufak detaylardan, onların yüz ifadeleri ve mimiklerinden, kullandıkları sözcüklerden yola çıkan Patrick Jane, bu kimselere dair önemli bilgiler ortaya çıkarıyor. Hatta bu yeteneğinden ötürü herkes onu medyum zannediyor. Yaşamının bir döneminde de kendisini medyum olarak tanıtmış, televizyon programlarına çıkarak, insanların duymak istediklerini onlara söyleyerek ünlenmiş. Ve tabii bu işlerden de çok iyi maddi kazançlar elde etmiş. Fakat bir gün çıktığı televizyon programında ünlü seri katil Red John hakkında ileri geri konuşup, onun hakkında da çıkarımlarda bulununca, bu söyledikleri Red John'un hiç hoşuna gitmemiş. Patrick o gün evine döndüğünde eşinin ve henüz dört yaşına olan kızının Red John tarafından öldürüldüğünü görmüş.
Bir süre dengesi bozulan Jane, psikiyatri hastanesinde tedavi görmüş. Sonrasında ise, bu seri katilin peşine düşmek, onu yakalayıp elleriyle öldürebilmek için CBI polis merkezinde göreve başlamış. Olayın bu kısımları dizide flash back'lerle aktarılıyor. Patrick Jane CBI'da bir yandan Red John'un izini sürerken bir yandan da yeteneklerini polisin hizmetine sunarak danışmanlık yapmaktadır. Hatta kendisinin sayesinde çözülmeyen davanın olmaması, tüm polis merkezinin Jane'i takdir etmesini sağlamaktadır. Fakat yetenekli olduğu kadar kuralları da hiçe sayan Jane, suçluları kendi yöntemleriyle yakalamayı sevmekte, bu yüzden de zaman zaman başı amirleriyle derde girmektedir. Ama o amirlerden biri var ki, Ajan Teresa Lisbon. Onunla da hafiften bir duygusallık var aralarında. 😊
Yeri gelmişken hemen söyleyeyim, Patrick Jane karakteri yer yer Sherlock Holmes'den izler taşıyor. Hatta dizide bazı cinayetler, Sherlock Holmes hikayelerinin günümüze uyarlanıp, kurgulanmış hali. Ama kesinlikle çakma bir Sherlock olarak düşünmeyin onu. İrlandalı olmasıyla, çay tutkusuyla, olur olmaz yerlerde sorgu odasına dalıp, şüphelilere sorduğu tuhaf sorularıyla bu karakteri çok seveceksiniz. Ben bu diziyi tam iki kez izledim. Fırsat bulursam tekrar izlemeye de hayır demem tabii.
Sevgili dostlar şimdilik tavsiyelerim bu kadar. Kendinize iyi bakın ve takipte kalın. Yılbaşını dert anaları olarak birlikte kutlayacağımızı söylemiştik. Bu kutlamadan detaylar ve bolca fotoğraflarla birkaç gün içinde yeniden karşınızda olacağız. Şimdiden herkese mutlu yıllar.😊
Dertli dostum’u şu hesaplardan takip edebilirsiniz: Facebook - Twitter - Google+ – Instagram