Umay'ın o günkü istikameti Levent’ti. Sabah mail adresine gelen ilginç iş ilanının ardından yaptığı tuhaf telefon görüşmesi onu, adresini şaşıran kış havasının yanlışlıkla uğradığı bu mayıs gününde sokağa çıkmaya mecbur bırakmıştı.
Sabah her zamanki gibi keyifsiz uyanmış, alışkanlığı olduğu üzere deyim yerindeyse zift kıvamındaki koyu kahvesini hazırlayarak, laptopunun başına geçmişti. Sosyal paylaşım ağlarında yine insanlar ne yediklerini, içtiklerini gösteren fotoğraflar yayınlamış, üzerine falanca yerde bilmem kim ile kahve keyfi şeklinde notlar düşmüşlerdi.
"Hiç işiniz yok mu sizin?"
diye düşünmüştü.
"Hiç moraliniz bozulmaz mı? Hiç hayata dair bir sıkıntınız olmaz mı Allah aşkına?"
Buradaki iletilere göre herkesin keyfi, her
daim yerindeydi. Hayattan muzdarip olan da bir tek kendisiydi sanki… Bunları
düşünürken, mail kutusuna gelen iş ilanları arasında ilginç bir ilan dikkatini
çekmişti.
“ Bir tarih araştırmasında görev alarak, 1500’lü yıllara ait
tarihi belgeleri çevirebilecek Osmanlıca tercüman aranıyor. Tercihen Tarih veya
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunlarının….”
İlanın devamını
okumaya lüzum görmeden telefona sarılmıştı.
Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunuydu ve daha önce çok kez eski
metinlerin çevrilmesinde görev almıştı. Telefonun diğer ucunda, kendinden emin
bir erkek sesi vardı. Konuşmanın ilerleyen kısımlarında bu sesin, araştırmayı
yürüten profesör olduğunu anladı.
Asistanı yok muydu bu
profesörün? Neden telefonlara kendisi bakıyordu? Ya da bu araştırmada
görevlendireceği öğrencileri yok muydu ki, internete böyle bir iş ilanı
vermişti?
Bu soruları soramamıştı tabii. Profesör ona ofisinin Levent’te olduğunu, öğleden sonra 3 gibi görüşebileceklerini söylemişti…
Bu soruları soramamıştı tabii. Profesör ona ofisinin Levent’te olduğunu, öğleden sonra 3 gibi görüşebileceklerini söylemişti…
Umay, bunları düşünürken trenin kapısının üzerindeki yön ışıkları Levent’i gösteriyordu. Trenden inerken iki ihtiyarın hala sohbete devam ettiklerini fark etti. İhtiyarlar siyatik ağrılarına iyi gelen, mucizevi bir bitkisel formül üzerine konuşurlarken o, trenden indi.
İnsanlar dört bir tarafa hızla hareket ediyorlardı. Metrodaki bankamatiklerin önünde bekleyen, turnikelerden hızlı hızlı geçen, güvenlik görevlilerine adres veya yön soran insanlar vardı.
Yürüyen merdivenler
onu yeryüzüne doğru yükselttikçe turnikelerin sesleri, metro çalışanlarına
yapılan anonslar, içecek makinelerine atılan bozuk paraların sesleri,
görevlilerle tartışan kaba adamın, ukala sesi bir adım daha geride
kalıyordu.
Metro çıkışında
yüzüne keskin bir rüzgârla birlikte, sert yağmur damlaları çarptı. Hava daha da
soğumuş, üstelik yağmur başlamıştı. Şalına sıkıca sarıldı ve geniş adımlarla
yürümeye başladı. Yağmur bir sağanak havasına dönüşürken iliklerine kadar
ıslanıyordu Umay. Ve bu, şu anda hiç iyi değildi kendisi için. İş görüşmesine ıslak kıyafetler ve saçlarla gitmek
zorunda kaldığını düşündükçe, içten içe sinirleniyordu.
Hızlanan yağmur, onun daha çabuk yürümesini sağlamıştı. Verilen adresteki sokağın köşesine geldiğinde yağmurun daha da arttığını fark etti. Neyse ki profesörün ofisinin olduğu bina, sokağın fazla ilerisinde değildi. Çok geçmeden kendisini binanın önünde buldu. Eski bir apartmandı burası. Ve apartmanın mermer merdivenlerinden şiddetlenen yağmurun suyu akıp, merdivenin altında bir birikinti oluşturmuştu. Su birikintisinin üzerinden atlayıp, binanın merdivenlerine adımını attığı sırada, etrafı aydınlatan bir şimşek, ardından da şiddetli bir gök gürültüsü duyuldu. Apartman kapısı açıktı. Hemen içeri girdi.
Apartmanın içinde oldukça ağır ve tuhaf bir koku vardı. Tahminen birkaç saat önce apartmanın merdivenlerinin silindiği deterjan, dairelerden çıkan yemek kokusu, muhtemelen az önce buralardan geçen parfüm meraklısı bir kadının, evden çıkmadan önce üzerine boca ettiği parfüm...
Hepsi birbirine karışmış, nefes almayı güç hale getiriyordu. Ama Umay'ın apartmandaki kokudan daha ciddi sorunları vardı şu anda. Az önce yağan yağmur onu sırılsıklam yapmıştı. Ve az sonra bir iş görüşmesi yapacaktı. Üstelik bu işe çok ihtiyacı vardı.
Bu nedenle üzerine biraz çeki düzen vermesi şarttı. Merdivenleri
çıkmadan, ıslak şalını omuzlarından aldı. Katlayarak çantasının içine tıkıştırdı. Yağmurdan ıslanan saçlarını,
çantasından çıkardığı bir toka ile topladı. Derin bir nefes alarak merdivenleri
çıkmaya başladı.
Dördüncü kata çıktığında Profesörün ofisinin kapısının önündeydi. Ve kapı aralıktı. Kapının açık olması Umay'a tuhaf gelmişti. Apartmanda zaten ağır bir koku yokmuş gibi bir de içeriden gelen yoğun bir bir pipo kokusu olduğunu fark etti Umay. Piponun dumanları, Beethoven’in 5. Senfonisine eşlik ederek yavaşça kapı aralığından süzülüp, apartman boşluğuna doluyordu..
-Profesör klasik müzik dinliyor demek
diye düşündü. İşe alınırsa, bu yönden iyi anlaşabilirlerdi demek kendisiyle.
Umay, zili çalmaya yeltendi. Tam zile elini uzatmıştı ki, kapının ardından bir el kapıyı sonuna kadar açtı. Bu ani hareket Umay'ın anlık bir refleksle kapıdan bir adım geri çekilmesine neden oldu.
Kapının ardında hafif uzunca ve kırlaşmış olan saçları darmadağın, sakallı, gözleri uykusuzluktan kıpkırmızı olmuş, çalışmaktan yorgun olduğu her halinden belli olan hafif göbekli, orta boylu, zarif görünümlü bir adam duruyordu. Bu adamın, gözlerinin kenarlarında çizgiler ve göz altlarında yorgunluktan oluşan torbalar vardı. Adamın sakalları tam "Profesör sakalı" denilen türdendi. Ancak bir hayli uzamış olmaları, adamın üzerinde dağınık bir görünüm yaratıyordu.
Bu yorgun görünümüne rağmen canlı ve enerjik bir tavrı vardı profesörün. Kapıyı hızlıca açması da buna işaretti. Kapıyı aniden açtıktan sonra Umay'ın herhangi bir şey söylemesine izin vermeden
Dördüncü kata çıktığında Profesörün ofisinin kapısının önündeydi. Ve kapı aralıktı. Kapının açık olması Umay'a tuhaf gelmişti. Apartmanda zaten ağır bir koku yokmuş gibi bir de içeriden gelen yoğun bir bir pipo kokusu olduğunu fark etti Umay. Piponun dumanları, Beethoven’in 5. Senfonisine eşlik ederek yavaşça kapı aralığından süzülüp, apartman boşluğuna doluyordu..
-Profesör klasik müzik dinliyor demek
diye düşündü. İşe alınırsa, bu yönden iyi anlaşabilirlerdi demek kendisiyle.
Umay, zili çalmaya yeltendi. Tam zile elini uzatmıştı ki, kapının ardından bir el kapıyı sonuna kadar açtı. Bu ani hareket Umay'ın anlık bir refleksle kapıdan bir adım geri çekilmesine neden oldu.
Kapının ardında hafif uzunca ve kırlaşmış olan saçları darmadağın, sakallı, gözleri uykusuzluktan kıpkırmızı olmuş, çalışmaktan yorgun olduğu her halinden belli olan hafif göbekli, orta boylu, zarif görünümlü bir adam duruyordu. Bu adamın, gözlerinin kenarlarında çizgiler ve göz altlarında yorgunluktan oluşan torbalar vardı. Adamın sakalları tam "Profesör sakalı" denilen türdendi. Ancak bir hayli uzamış olmaları, adamın üzerinde dağınık bir görünüm yaratıyordu.
Bu yorgun görünümüne rağmen canlı ve enerjik bir tavrı vardı profesörün. Kapıyı hızlıca açması da buna işaretti. Kapıyı aniden açtıktan sonra Umay'ın herhangi bir şey söylemesine izin vermeden
- Merhaba. Umay Hanım değil mi? Sanırım sabah telefonda sizinle görüşmüştük.
dedi.
Profesörün ses tonu tok, güven veren ve canlı bir tondu. Umay, bu ani karşılaşmadan hayli heyecan duymuştu. Çünkü profesörle bu şekilde ani bir karşılaşmayı hedeflememişti merdivenlerden çıkarken. En azından zili çalacağını ve kapının açılmasına kadar bekleyeceğini düşünmüştü. Profesörün sorusuna karşılık,
-Evet sabah telefonda görüşmüştük diyebildi Umay. Profesör ise,
-Hoşgeldiniz, buyurun lütfen
Diyerek, bir eliyle Umay'a yolu gösterdi ve onu içeriye davet etti.
Umay, ağır adımlarla bu garip bulduğu adamı takip ederken, bu işe kabul edilmeyi ve bir an önce bu tuhaf ofiste çalışmaya başlamayı ne kadar çok istediğini hissetti…
Kitap projesi Dert Anası'nın noter onaylı çalışmasıdır. Bölümlerin herhangi bir yerde izinsiz yayınlanması, kopyalanması, paylaşılması gibi durumlarda hukuki süreç başlatılacaktır.