Umay, belgeleri merakla incelemeye ve çevirmeye devam etti. Yemek tariflerinden
sonra sıradaki belge, 1500’lü yıllarda yaşanan şiddetli bir kıştan ve donan bir
nehirden bahsediyordu. Bir hayli yıpranmış olan bu sayfada, kısmen silinmiş
olan yerler vardı. Nehrin adı veya hangi bölgede olduğu okunabilseydi belki bir
ipucu elde edebilirdi ama maalesef yoktu. Ancak insanların korkunç bir kış
yaşadıklarını, yakacak ve yiyecek sıkıntısı çekildiğini ve hatta donan nehri
yürüyerek karşıya geçtiklerini, bunu yaparken de buzun kırılarak birkaç kişinin
nehrin buzlu sularında boğulduğunu anlatıyordu.
Ardından bir başka belgeye geçti. Burada güzeller güzeli bir kadının tasviri vardı. Muhtemelen çılgın bir aşığın ballandırarak anlattığı bu satırlar, yer yer divan şiirinin beli yok denecek kadar ince , dudakları nokta kadar küçük, lale yanaklı, sümbül kokulu ve karmaşık siyah saçlı, aşığının kalbini yaralayan ok kirpikli, mühür gözlü güzelinin tasvirlerini andırıyordu. Öyle ki bu güzel, gözleriyle aşığının kalbini mühürlemiş, bu talihsiz adam, aşk denen illetin pençesinde kıvranırken, şifasının tabiplerde değil, sabah rüzgârının getireceği sevgilisinin mis kokusunda olduğunu ifade ediyordu.
"Ne aşkmış be!"
diye düşündü, satırları bilgisayara geçirirken…
-Ey gamlı aşık! Ruhun şad olsun. Her kim isen, umarım sevdiğine kavuşmuşsundur
dedi kendi kendine…
Belgeler oldukça ilginç, hatta bazen sürükleyici, geliyordu Umay’a. Yüzyıllar öncesinde yaşamış ve şimdi isimleri bile bilinmeyen insanların, tarihe düştükleri notlar… Bu notları yazarlarken, yüzyıllar sonra bunların birileri tarafından okunacağını tahmin etmişler miydi acaba? İnsanın en büyük arzusu zamana iz bırakmaktır. Aslında yaşarken şan, şöhret, para, pul ve rahat yaşama derdinde gibi görünen insanın bütün eylemlerinin altında bir gün öleceği ve öldükten sonra hatırlanma isteği yatar. Zaman denilen sonsuz denizin içinde bir küçük su damlası olmak… Bu belgeleri yazan insanlar da, bir küçük su damlası olmuş ve eski zamanların buğusunu bugüne taşımayı başarmışlardı…
Umay, bu düşünceler
içerisinde kağıt yığınının arasından bir tane daha çekti. Bunun yazılış biçimi
biraz daha farklıydı. Yazının stilinden
ve kullanılan cümlelerden yazanın daha eğitimli biri olduğu hissediliyordu. Yazılan metnin
içeriği yıldızname gibi bir şeydi.
" Tesir-i nücumun pek fevkalade zuhur edeceği bu senelerde necm-i Zühre tam tepede iken Müslümanlar büyük fetihler yapacaklar ve hilafet el değiştirecektir. "
Aradıkları belge ve her şeyin anahtarı belki
de buydu! Olamaz mı yani! Sabahtan beri alakasız metinler ile uğraşıyordu ama
bu son çevirdiği metin hilafetin el değiştireceğinden bahsediyordu. Hilafet
Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi ile el değiştirmişti ve bir müneccim bunu
olay gerçekleşmeden önce bilmişti. Evet bu belge önemliydi!
Umay bir şeyler
bulmuş olabileceğinin heyecanı içerisinde metnin geri kalan kısmını çevirmeye
uğraşırken profesörün uyandığını fark etmedi. Profesör Umay’ın karşısında
durmuş, gülümseyerek onun heyecanla çalışmasını izliyordu. Umay Profesörün
gölgesini fark edince irkildi ve garip bir tedirginlikle ayağa kalktı.
-Hocam!
Profesör, biraz önce uyurken üzerinde olan büyük ihtimalle pijama niyetiyle kullandığı gri
renkli, kapüşonlu eski eşofman takımını çıkarmış, üzerine ütüsü biraz bozulmuş
ama temiz olduğu yine de her halinden belli olan beyaz bir gömlek, altına ise
siyah renkli, bir takım elbisenin parçası olduğu belli olan kumaş pantolonunu
gitmişti. Gömleğinin düğmelerinin üst kısımları açıktı. Elinde kravatı vardı. Kravatı
biraz sonra kullanmaya hazır hale getiriyordu, beceriksizce yapılan bağını
açmaya çalışırken... Henüz kravatını takmadığı için gömleğin yakasının bozuk
ütüsü, yakanın sağ tarafa doğru eğrilmesine neden oluyordu.
Ofiste yaşamak zor olsa gerek diye düşünüyordu
Umay profesörün bu halini görünce. Profesörün yattığı odanın kapısının
girişinde sağ tarafta duran ütü ve biraz önce lavaboyu kullanmak için gittiği
banyodaki çamaşır makinesi dikkatinden kaçmamıştı Umay’ın. Profesör
çamaşırlarını burada yıkıyor, ütüsünü burada yapıyor, duşunu burada alıyordu
kesin. Aynı zamanda içeride geniş bir mutfak da vardı. Yemeklerini de burada,
kendisi mi yapıyordu acaba.
-Lütfen otur, rahatsız olma. O kadar konstantre olmuştun ki, bölmek
istemedim.
Umay’ın az önce karşısında
aniden kendisini gördüğünde telaşa kapıldığını fark etmiş, muhtemelen kendisini
rahatsız edip uyandırdığını düşündüğünü anlamıştı profesör. Bu nedenle ona
böyle cevap vermişti. Umay heyecanla konuşmaya devam ediyordu oysa,
-Hocam, burada hayli ilginç metinler var.
Tıpkı dediğiniz gibi
- Bilmez miyim o
metinlerin ilginçliğini. Dün gece kafayı sıyırmak üzere yine hiçbir şey
bulamadan yatıp uyudum
Umay profesörün gece
kullandığı kağıtları ve üzerine yazdığı küfürleri düşününce gülmemek için
kendisini zor tuttu. Bu konuyu hemen kafasından dağıtmalı ve bir şeyler
söylemeliydi. Hemen söze devam etti.
-Ofise geldiğim
saatten bu yana tuhaf, sizin de bahsettiğiniz gibi birbirinden kopuk metinleri
çevirdim ki, bunların arasında inanmazsınız belki ama yemek tarifleri bile
vardı.
-Hah! Ben de tam oralarda bir yerlerde kaldım akşam.
-Biliyorsunuz demek yemek tariflerini! Hatta andelib-i zar
mahlaslı bir aşçı tarafından yazılan yemek tarifleriydi.
Profesör bu ismi duyduğuna keyiflenmişti.
-Evet ağlayan bülbül mahlaslı şairane, ee sanırım biraz da
kaçık olan aşçımızla tanıştın demek.
-Bu metinlerde ünlü biri olsa gerek. Birkaç sayfada bir onun
bir yemek tarifine rastlıyorum.
-Metinler elime yeni geçtiğinde bir kısmını gözden geçirdim detayına inmeden. Adamın
bayağı iddialı yemek tarifleri var.
Dedi profesör ve
neşeli bir kahkaha savurdu. Umay onun bu halinden hoşnuttu. Asistanı olduğu
yeni hocası neşeli biriydi demek.
Profesör bu neşesini
daha da arttırmak istiyordu ki şu dizeler döküldü dudaklarından,
-Andelibi zarı bergi gül ile tekvin ettiler
Bir Gülistan
beyitini üstüne telkin ettiler
Umay profesörün bir
tarih profesörü olmasına rağmen divan edebiyatıyla bu kadar içli dışlı olmasına
hayran kaldı.
-Keçecizade İzzet Molla’nın beyiti
dedi Umay. Profesör ise, bu asistanın ofiste çalışmaya
devam etmesi halinde aralarında sık sık koyu edebiyat sohbetleri açılacağını
hissetmeye başlamıştı. Neşeyle konuşmasına devam etti.
-Adamlarda ne hayal gücü varmış ama. Düşünsene bülbül güle aşık olacak. Aşkından kahrından ölecek. Öldüğünde bülbülün bedenini gül yapraklarıyla kefenleyecekler de üzerine dua niyetine Gülistan eserinden bir beyit okuyacaklar. Vayy bee!
Dedi profesör gülmeyi sürdürerek.
-Hocam, divan edebiyatına aşinalığınız bir hayli fazla
sanırım. Bunları edebiyat mezunu kimseler bile kolay kolay hatırlamaz. Hele ki
ezberden beyit okumak falan herkesin harcı değil.
Hikmet bu övgüden memnundu sanki. Dudağının bir köşesinde
belli belirsiz biraz gururlu bir gülümseme vardı.
-Bu daha ne ki, eğer istersen bir gün oturup Şair Nedim’in
gazellerindeki nüktelerden konuşabiliriz.
-Vallahi çok memnun olurum
Umay bu cümleleri söylerken aklından şair Nedim’in bir
şiirinde Cuma namazına diye bahane uydurup, evden çıkarak kendisiyle
buluşmasını istediği henüz 18’indeki delikanlı sevgilisi geldi. Şair, şiirde
devrim yarattığı yetmezmiş gibi ,cinsel tercihlerle ilgili düşüncelerini de
açıkça ifade etmekten çekinmiyordu. Eğer profesörle bu konuları konuşmaya başlarlarsa,
gerçekten keyifli sohbetler edebilirlerdi. Ancak bu çeviri işi hiç bitmezdi o
zaman.
Bunları düşünürken elinde en son okuduğu metni tutmaya devam
ediyordu ki birden sararmış, yer yer aşınmış olan eski kağıt profesörün ilgisini
çekti.
-Odaya geldiğimde elinde bu belge vardı, hararetli hararetli
okuyordun. Ne var onda
- Hocam dediğim gibi sabah geldiğim andan itibaren alakasız
metinleri okudum ama bu metin biraz
ilginç geldi. Sanırım bir müneccimin elinden çıkmış. Yazı stili ve üslubundan
eğitimli biri olduğu hissediliyor. Müneccim metinde yıldızlara bakarak,
hilafetin el değiştireceğinden ve Müslümanların büyük başarılar kazanacağından
bahsetmiş. Belgenin tarihi 1515. Yani Mısır’ın fethinden önce müneccim bu
hadiseden bahsetmiş. Bu sebeple çok heyecanlandım. Siz de dün Sultan Selim’in
adı geçen bazı belgeler olduğunu söylemiştiniz. Belki bu belge bize bir ip ucu
olabilir diye düşünüyorum.
Profesör bu duyduklarından
bir hayli keyiflenmişti.
-O zaman o belgeyi ayrı bir yere koyalım. Evet
bir ip ucu çıkabilir ama çıkmayabilir de… Tarihi belgeler bir labirentin içinde
yürümek ya da bir puzzle’ın parçaları gibidir Umay. İlk parçaları daha zor yerleştirirsin. Sona
yaklaştıkça her şey daha seri bir hal alır. Sabırlı olmalıyız.
Kitap projesi Dert Anası'nın noter onaylı çalışmasıdır. Bölümlerin herhangi bir yerde izinsiz yayınlanması, kopyalanması, paylaşılması gibi durumlarda hukuki süreç başlatılacaktır
Kitap projesi Dert Anası'nın noter onaylı çalışmasıdır. Bölümlerin herhangi bir yerde izinsiz yayınlanması, kopyalanması, paylaşılması gibi durumlarda hukuki süreç başlatılacaktır