Profesörün ofisinde günler hızlı bir şekilde geçiyordu. Umay’ın sağlık durumu bu aralar fena sayılmazdı. Tabii doktorun verdiği kodein içeren ağrı kesicilerin bir nimet olduğunu düşünüyordu. Bu ilaçlar sayesinde Umay, kısmen de olsa hastalığın olumsuz etkilerinden kurtulup kendisini işine vermeyi başarmıştı...
Umay her sabah ofise gidiyor, profesörü uyandırmadan ofisi açıp, çalışmaya başlıyordu. Bir zaman sonra uyanan profesör de her sabah kahveleri kendi elleriyle hazırlıyor ve Umay’ın karşısına oturuyordu. Kimi zaman ilk gün yaptıkları gibi hoş bir sohbet konusu açılıyordu. Konuşan genellikle profesör oluyor, Umay daha sessiz kalıp onu dinliyordu. Profesör, anılarından, hayata dair görüşlerinden, tarihten bahsederken Umay onu dikkatle dinlerdi hep.
Bazen de sohbetten
sonra Hikmet metinlerin yüksek sesle
okunmasını isterdi. Umay Osmanlıca metinleri yüksek sesle okur, Hikmet her
zaman oturduğu kahverengi, tekli ,deri koltuğunda ciddiyetle doğrulur, bir
elini çenesinin altına tıpkı Rodin’in Düşünen Adam heykelindeki gibi koyarak
özenle dinlerdi okunanları. Tabii her zaman bu kadar ciddiyeti gerektiren metinler
olmazdı. Özellikle aşçının yazdığı metinler ikisinin de favorisiydi. O zaman da
Umay’la birlikte gülmeye başlarlardı.
Ofiste sabahları hep
böyle bir rutinle geçerken, öğleden sonraları Hikmet üniversiteye giderdi. Ve Umay
ofiste yalnız kalırdı. Hikmet’in üniversitedeki dersleri bu yıl bölüm
başkanından özenli ricası üzerine hep öğleden sonraları verilmiş, Hikmet
böylelikle araştırmaya rahatça zaman ayırma fırsatı bulmuştu. Bu sayede
geceleri geç saatlere kadar belgeler üzerinde çalışabiliyor, sabahları da
uykusuz kalmadan işine gidebiliyordu.
Öğleden sonraları
Hikmet yokken Umay daha hızlı çalışabiliyordu. Çünkü metinleri yüksek sesle
okumak, üzerinde profesörün konuşması, birlikte konuyu değerlendirmeye çalışmaları
bir hayli uzun sürüyor, bu nedenle sabahları çok fazla sayıda belge
çeviremiyordu Umay. Ama öğleden sonra Hikmet gittiğinde kahvesini hazırlıyor,
masasının başına geçiyor ve tam karşısındaki koltuğa oturan Pertev’in ona olan
miskin bakışları ve mırıltıları arasında belgeleri hızlıca çeviriyordu. Diğer tüm kediler gibi Pertev de onu çok
sevmişti. Daha ofise geldiği ilk gün kucağına atlayıp oturması bu geleneğin
burada da bozulamayacağını kanıtlamıştı. Umay çalışırken Pertev bazen
kağıtların üzerine oturmaya çalışır, Umay’ın onu oradan indirmeye çalışmasına
da bir hayli bozulur, küser içeri giderdi. Çoğu zaman da Umay çalışırken Pertev
onun kucağında otururdu. Bu durum Umay’ın hareketlerini kısıtlasa bile bir
yandan da keyif nedeniydi Umay için. Kucağında mırıldayan bir kediyle oturmak,
onun için mutlulukların en büyüğüydü.
Bir gün öğleden sonra ofisin rutinini bozan
bir şekilde ofisin telefonu çalmaya başladı. Umay ofiste çalışmaya
başladığından beri neredeyse iki hafta olmuştu. O güne kadar ofisin telefonu
hiç çalmamıştı. Zaten sanki o telefon oraya adettendir diye konulmuştu. Yani
ofiste bir telefon olmalı mantığına hizmet ediyordu o telefon. Profesör bütün
görüşmelerini zaten kendi cep telefonundan yapıyordu. İki haftadan beri o telefonu bir kez bile
kullanmamıştı Hikmet. Ya da en azından Umay kullandığını görmemişti
Umay o gün çok
çalışmış, bir sürü belge çevirmişti. Hatta o anda yine tahrip olmuş bir metni
çevirmekle meşguldü. Metin iki dağın
arasında kalan yüksekçe bir düzlüğün yemyeşil görünümünden ve akan ırmağın
sularının ne kadar berrak, soğuk olduğundan bahsediyordu. Çölün ortasında bir
yerlerdeki bir vahaydı bu tarif edilen yer. Umay’ın tahminine göre bir gezi
yazısıydı bu. Belge yine tahrip olduğundan neresi olduğu okunamıyordu. Umay’ın okuyabildiği
kadarıyla Libya civarlarında bir yerden bahsediyordu. Ama detayları
okunamayacak kadar silinmişti. Metinleri çevirirken zaman zaman ihtiyaç duyduğu,
Hikmet’in ofisinin bir numaralı gereci olan ve ofisteki diğer eşyalar gibi
antika, camının çevresi mavi mine kabartma süslü, sapı gümüşten büyüteçle
silinen kısımları incelemeye çalışıyordu.
Tam bu dikkat
gerektiren çalışmayı yaparken, ofisin antika görünümüyle hiç de uyum sağlamayan
ve adeta görünümüyle ortamı bozan doksanlı yıllardan kaldığını tahmin ettiği
kırmızı renkte, önündeki tuşları eskiliğinden ötürü silinmiş telefon, sinir
bozucu bir sesle çalmaya başladı.
Umay, ofiste telefon sesine alışkın olmadığından ve telefon belgeleri çevirdiği masanın tam köşesinde, yani hayli yakınında, en üst seviyedeki zil sesinden çaldığı için birden yerinden sıçramıştı. Onun bu sıçrayışı, kucağındaki Pertev’i de ürkütmüş, Pertev aceleyle fırlayıp giderken birkaç tane belgeyi yere düşürmüştü.
Umay, ofiste telefon sesine alışkın olmadığından ve telefon belgeleri çevirdiği masanın tam köşesinde, yani hayli yakınında, en üst seviyedeki zil sesinden çaldığı için birden yerinden sıçramıştı. Onun bu sıçrayışı, kucağındaki Pertev’i de ürkütmüş, Pertev aceleyle fırlayıp giderken birkaç tane belgeyi yere düşürmüştü.
Umay yaptığı gereksiz panik halinden sonra toparlanıp, telefonun üçüncü çalışında onu açmıştı. Telefonun karşı tarafında tiz ve rahatsız edici bir tınıya sahip bir erkek sesi vardı...
Dertli dostum’u şu hesaplardan takip edebilirsiniz: Facebook - Twitter - Instagram