Umay’ın elindeki metni alarak incelemeye başlayan profesör, bir anda sıkıldığını fark ederek bu işten vazgeçti. Ofise asistan alma fikri de işte tam olarak Hikmet’in bu aniden basan sıkıntıları yüzündendi. Bu ani sıkılmaları yüzünden bu araştırmayı ömrünce bitiremezdi belki. Tam kağıdı eline alıyor, hevesle bir şeyler bulacağını umarken uğraşmasının karşılığını alamayınca deliye dönüyordu.
Elbette birçok araştırmayı başarıyla yürütmüştü bunca senedir. Ama hep bir asistanla çalışmıştı bu yüzden. En azından çevirileri asistana yaptırır, işin geri kalan kısmıyla rahat rahat ilgilenirdi sonrasında. Aslında çalışkan bir adamdı. Ama işin başlangıcında yani her şey belli belirsizken bu aceleci ve sıkıntılı ruh haline sık sık kapılırdı.
Elbette birçok araştırmayı başarıyla yürütmüştü bunca senedir. Ama hep bir asistanla çalışmıştı bu yüzden. En azından çevirileri asistana yaptırır, işin geri kalan kısmıyla rahat rahat ilgilenirdi sonrasında. Aslında çalışkan bir adamdı. Ama işin başlangıcında yani her şey belli belirsizken bu aceleci ve sıkıntılı ruh haline sık sık kapılırdı.
-Bir kahve molası vermek ister misin?
Umay profesörün kendisi gibi uyanır uyanmaz kahve ile güne başladığını öğrenmekten memnun oldu.
-Tabii hocam. Ben hemen hazırlarım kahveleri
-Hayır, unutma ki burada kahveyi ben hazırlarım! Çünkü benim gibi zor beğenen, huysuz bir adama kahve beğendirmeye uğraşırsan, hayal kırıklığı yaşarsın.
Profesörün kendisinden “huysuz” diye bahsetmesine bir anlam veremiyordu Umay. Gayet hoş sohbet, şen, neşeli bir adamdı. Neden huysuz olsun ki. Tabii bu düşüncesini dillendirmeye cesaret edemedi. Daha ilk günden aşırı samimiyete lüzum yoktu değil mi ama.
-Peki hocam, nasıl isterseniz
Demekle yetindi şimdilik.
Profesör kahveleri hazırlarken Umay’da sedef kakmalı sehpanın üzerini toplamaya girişti. Zira sehpanın üzerindeki dağınıklıktan, kahveleri koyacak yer yoktu. Bardakları bir kenara aldıktan sonra, kitapları oradan kaldırıyordu ki, bir kitabın arasından eski bir fotoğraf düştü.
Bu fotoğraf tahminen on veya on beş yıl öncesinde çekilmişti. Fotoğrafta iki erkek çocuk profesörün kucağındaydılar. Aralarında fazla bir yaş farkının olmadığı belli oluyordu. Fotoğrafta profesörün saçları henüz kırlaşmamış ve göz kenarlarındaki kaz ayağı çizgileri bugünkü gibi belirginleşmemişti. Ve şimdiki halinden daha zayıf olduğu açıkça görülüyordu. Neşeyle gülümseyen profesörün yanında esmer, uzun saçlı, uzun boylu ve çok güzel bir kadın vardı. Muhtemelen profesörün eşi ve çocuklarıyla çektirdiği bir fotoğraftı bu...
Umay fotoğrafı incelemeye koyulmuşken içeriden gelen profesörün sesi onu toparlanmaya sevk etti. Daha ilk günden adamın eşyalarını karıştırmaya başlayan meraklı biri izlenimi uyandırmak istemiyordu tabii. Hoş eşyalarını karıştırmış sayılmazdı. Tesadüfen kitabın arasından düşmüştü bu fotoğraf ama elinde o fotoğrafla profesöre yakalanırsa, oradan durum hiç de böyle görünmeyecekti. Sonra profesör ona ofisi emanet edip giderken nasıl güvenecekti. Ne demişti dünkü konuşmada
“Güven önemlidir”
Gayet olumlu başlayan bu yeni işinde, güveni sarsmadan çalışmaya devam etmeliydi.
“Güven önemlidir”
Gayet olumlu başlayan bu yeni işinde, güveni sarsmadan çalışmaya devam etmeliydi.
Profesör,bir yandan sesinden anlaşıldığı kadarıyla kahve fincanlarını hazırlamaya çalışırken diğer yandan da sesleniyordu kendisine.
- Umay, kahveyi sade mi, sütlü mü alırsın?
-Mümkünse sade olsun diye cevap veren Umay, alelacele fotoğrafı kitabın arasına kaldırdı…
Profesör elinde kahvelerle odaya geldiğinde, etrafın toplandığını görünce şaşırdı.
- Düzenli ve titiz biriysen, benden çekeceğin var.
Dedi Umay’a… ve bir cevap gelmesini beklemeden devam etti.
-Ne demiştin? Osmanlıca yemek tarifi mi çevirdin? Oku bakalım nasıl bir yemekmiş? Şansım varsa belki öğlende bu yemeği yaparsın da tadına bakar, şu kaçık aşçıyı yad ederiz.
- Hocam, maalesef yemek konusunda çok başarılı olduğum söylenemez.
-Öyle mi tüh şansıma küseyim o zaman
-Yani o kadar da değil tabii. Yaptığım iyi yemekler vardır. Ama burada tarif edilenler bir yemek değil adeta bir sanat eseri
-Yapma ya, yemek tarifi olduğunu biliyorum metinlerde ama okumadım. Ne yapıyorlar kuzu budunu envai eşit ağır kokulu Hint baharatlarıyla harmanlayıp süte mi yatırıyorlar yoksa
Hikmet yine gülmeye başlamıştı.
-Onun gibi bir şeyler yapıyorlar hocam. Et yemeğinde süt kullanmışlardı az önceki tarifte. Nereden bildiniz valla bravo.
-Yemeklere düşkünümdür canım. Bu yüzden tarihi yemekler dahil birçok yemeğin içindeki malzemeyi bilirim. Ama sadece malzemeyi bilirim ha! Yemek yap deseler yumurta kıramam.
Bu ifadeyle Umay az önce zihninden geçenlere bir cevap almıştı aslında. Demek çamaşırını ve ütüsünü ofiste halleden profesör yemeklerini de burada yapmıyordu. Zaten öyle olsaydı o mutfak, az önceki kadar derli toplu durmazdı. Çok dağınık olan bu adam mutfağı da yemek yaparken savaş alanına çevirirdi muhtemelen. Umay, bu düşünceleri profesöre belli etmeden ona cevap verdi.
-Neyse yemek yapma konusunda sizden iyi durumdayım o zaman.
Bu arada az önce bana “titiz ve düzenliysen” dediniz ama pek böyle olduğum da söylenemez. Yani aşırı dağınıklığı sevmem tabii ama bu konuda obsesif kompülsüf takıntılar sahibi falan değilim. İçiniz rahat olabilir.
Bu arada az önce bana “titiz ve düzenliysen” dediniz ama pek böyle olduğum da söylenemez. Yani aşırı dağınıklığı sevmem tabii ama bu konuda obsesif kompülsüf takıntılar sahibi falan değilim. İçiniz rahat olabilir.
Umay bu cümleleri kurarken kendisini bugüne kadar hiç olmadığı kadar rahat hissediyordu. Halbuki bugün yeni bir işe başlamıştı. Gergin ve çekingen davranması gerekirdi normal şartlarda. Çok konuşkan biri olduğu söylenmezdi. Ama profesörün rahat davranışları esprili üslubu, ona da rahat olmayı telkin ediyordu sözsüz ama bir o kadar da net bir dille....
Profesör,
-Öyleyse seninle daha da iyi anlaşacağız. Devamlı etrafımı toparlayan insanlardan hiç hoşlanmam. Çünkü ben dağınık çalışırım. Fakat işin ilginç kısmı onca dağınıklığın içinde neyin nerede olduğunu bilirim. Yani biri gelip, dağınıklık diye gördüğü şeyleri toparladığında, ben her şeyimi kaybetmiş oluyorum ve bunu hiç kimse anlamıyor. Hatta bu yüzden eski eşimle sık sık tartışırdık
dedi ve sustu… Özel yaşamına ait bir detayı gereksiz biçimde söylediği için pişmandı belli ki…
Durumu fark eden Umay, konuyu değiştirmek için içerideki odadan salına salına bir manken havasında gelen Pertev’i gösterdi.
-Bugün Pertev Bey’in keyfi yerinde herhalde, bakın nasıl da buraların hâkimi benim, der gibi salınarak yürüyor” dedi.
-Pertev Bey buraların hakimidir zaten. Ben de onun kölesi.
- Bir yerde okumuştum geçenlerde ve çok beğenmiştim. Yeri gelmişken söyleyeyim “Köpeklerin sahipleri, kedilerin ise, köleleri olur”
-Doğru vallahi! Kim söylemişse doğru söylemiş. Pertev’in gece yatarken tüm yatağı kendisinin zannetmesi yüzünden her gün bir yerlerim tutulmuş olarak uyanıyorum
dedi profesör ve bunun üzerine, karlı bir İstanbul gecesinde, yine böyle hummalı bir araştırmanın ortasındayken biraz rahatlamak için dışarı çıkıp, birkaç kadeh bir şeyler içtiğinden ve evine dönerken Pertev’i sokakta bir park halinde karlarla kaplı bir arabanın tekerleğinin alt kısmına sığınmış, soğuktan donmak üzereyken bulduğundan bahsetti. Aralarında tatlı, sıcak bir sohbet başlamıştı. Umay’ın da kedilerle yaşadığı pek çok macerası vardı. Bir iki tane de Umay anlattı tabii.
Sohbetin konusu yalnızca kediler olmadı. Profesör araştırma yapmak için gittiği ülkelerden, gördüklerinden ve lüks yiyecek ve içecek zevklerinin başına açtığı dertlerden bahsetmeye başlamıştı. Bir keresinde İtalya’ya gittiğinde bir makarna restoranına girip, en garip görünüşlü makarnayı sipariş etmiş, sonrasında o garip görüntünün mürekkep balığının salgısı olduğunu fark etmiş, etrafına karşı bozuntuya vermeden usulca tuvalete gitmiş ve kusmuştu. İkisi birlikte gülmeye başladılar.
O kadar canlı anlatıyordu ki, sanki Umay Profesörle birlikte yaşıyordu bu anıları. Umay, en çok görmek istediği yerin Venedik olduğunu söylediğinde, Profesör ona Venedik’i anlatmaya başladı. Gece restoranların ışıltısından, şarabın kıvamından, kemanın ruhu okşayan tınısından, gondolların büyüsünden bahsettikçe ikisi de zamanın ilerlediğinin farkında değildiler. Belli ki bu garip, gizemli ve yalnız profesörün anlatmaya çok ihtiyacı vardı. Bu anlatım, aralarında güzel bir dostluğun başladığının sinyallerini veriyordu ve zaten ilk karşılaşmalarında hissettiği gibi Umay’ın, kırk yıldır birbirlerini tanıyorlardı sanki…
Konsolun üzerindeki altın varaklı, ahşap, antika saat on ikiyi gösterdiğinde Umay, profesöre saati hatırlatıp, artık çalışmaya dönmek zorunda olduğunu hatırlattı.
-Öyle mi, o kadar oldu mu saat yahu! Ne güzel sohbet ediyorduk oysa. Benim de üniversiteye gitme saatim geliyor demek. Hem de birinci sınıfa dersim var bugün. Bu yılın en berbat öğrencileri... Üniversite öğrencisi değil lisede kalımışlar gibi... Bu yıl neredeyse yaz tatili gelecek ama öğrenciler hala üniversitede olduklarını idrak edemediler.
-Aslında eğlenceli geçiyordur üniversitede dersler
Dedi Umay
-Yaa sorma öğrenciler tarih bölümünü kazanmışlar ama işin ciddiyetinde değiller. Neyse yıl sonu final sınavında ben onlara ciddiyeti öğretirim nasılsa
-Demek zor bir hocasınız
-Hem de çok zor üstelik kötüyüm. Yaşasın kötülük!
Dedi Hikmet tek gözünü kısıp, kendisini filmlerdeli kötü adam karakterlerine benzetmeye çalışırken.
-Final zamanlarında öğrencileri kıvrandırmak ne eğlencelidir bilir misin. Hele ki final sınavında kopya bile çekilemeyecek kadar kazık sorular sorup, tüm sınıfın kara kara düşündüğünü görmek...
-Bayağı kök söktürüyorsunuz öğrencilere demek. Öyleyse aynı uygulamaları banada yapmadan ben çalışmaya başlayayım
Gülümsüyordu Umay. Daha önce de profesörlerin ofislerinde çalışmıştı. Profesörler çok ciddi adamlar olur, bu tür şakalar yapmak şöyle dursun, Umay’a Günaydın ve İyi Akşamlar’dan başka hiçbir şey söylemezlerdi. Umay, Hikmet’in renkli bir karakter olduğunu görmeye başlamış ve bundan ötürü memnun olduğunu düşünüyordu.
-Haydi oku bakalım şu metinlerden birkaç tane. Bugün birinci sınıfların dersinden önce iyi motivasyon olur gazelli yemek tarifleri
-Hemen başlayalım bakalım
Dedi Umay, masanın üzerine az önce koyduğu eski yıpranmış kağıt destesinin arasından bir tane çekerken.
Sıradaki metin gazelli yemek tarifi değildi Hikmet’in şansına. Asrın mucizesi olarak ifade edilen bir kocakarı ilacı üzerine yazılmıştı. Umay bal, zencefil ve çörek otu gibi bitkilerin karışımını anlatan bu tarifi okudukça, gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Profesör içinden
“Şu halimize bak! Nelerle uğraşıyoruz? Acaba bu kağıt yığınını alıp bunlardan bir beklenti içerisine girmekle hata mı ediyorum” diye düşünüyordu. Anlaşıldığı üzere bu araştırma hiç kolay bitmeyecekti….
Kitap projesi Dert Anası'nın noter onaylı çalışmasıdır. Bölümlerin herhangi bir yerde izinsiz yayınlanması, kopyalanması, paylaşılması gibi durumlarda hukuki süreç başlatılacaktır
Kitap projesi Dert Anası'nın noter onaylı çalışmasıdır. Bölümlerin herhangi bir yerde izinsiz yayınlanması, kopyalanması, paylaşılması gibi durumlarda hukuki süreç başlatılacaktır
Dertli dostum’u şu hesaplardan takip edebilirsiniz: Facebook - Twitter - Instagram